Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 13.11.2019 tarihinde vermiş olduğu bir kararda ankesörlü telefon aramalarına ilişkin bir kısım kriterler belirlemiş ve bu kriterlere göre değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiştir. Bahsi geçen karar, verilen bir ceza kararının onanması şeklinde olsa da, yine bu dosyada tanık beyanlarının da olduğu anlaşılmakla, kararın yalnızca ankesörlü telefon aramalarına dayandığını söylemek doğru olmayacaktır. Zira, önceki yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere yalnızca içeriği ve tarafları belli olmayan arama kayıtlarına göre ceza verilmesi hukuka uygun değildir.
Öncelikle kararın bahsi geçen kısımları şöyledir:
" ...Ayrıca bu delillerin teyidi açısından;
-Mahrem imamların büfe/ankesörlü sabit telefon hattı ile hedef şahıslarla görüşmelerinde gizliliği sağlamak için genellikle kullandığı yöntem olarak belirlenen;
Hedef sahsın telefon numarasının, deşifre edilmesinin önlenmesi amacıyla çeşitli şifreleme metotları kullanarak kaydedilmesi, bazı Mahrem İmamların arama yapmadan önce ajandada kayıtlı numaralara baktığında şifreleme yaptığını unutarak/kasten yazılı olan şifreli numarayı aradığı, daha sonra yanlış numara çevirdiğini fark ederek/kasten asker sahsı tekrar gerçek numarasından aramış olmaları, aramalar tek taraflı ve kısa süreli olması veya sadece çağrıdan ibaret bulunması, aranan askeri personelin büyük kısmının genellikle rütbe/makam olarak ve bağlı bulunduğu kuvvetlerin de denk olmaları, mahrem imamlar tarafından gerçekleştirilen arka arkaya aramanın (ARDISIK ARAMA) örgütsel amaçlı olduğuna dair karine oluşturması, aramanın mesai saatleri dışında yapılması, sorumlu şahsın, askeri personeli aradıktan sonra tedbir amaçlı ilgisiz ve alakasız kişileri de ankesörle arayarak bu bütün içerisinde hedeflerin kaybolmasını sağlama çabası, aramanın on beş gün, ayda veya iki ayda bir kez olmak üzere periyodik olması, mahrem imamın sorumlusu olduğu asker şahıs/şahıslarla aynı ilde ikamet ettiği ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurduğunun gözetilmesi, Asker şahısların hatların takılı bulunduğu cihazların toplantı yerine götürülmediği veya götürülse bile kapalı tuttukları, mahrem imamlarca hedef şahıs arandıktan sonra ilgisiz rastgele numaraların çevrilerek, redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışılması, hususlarını da ortaya koyan, bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı, hukukiliği konusunda yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında kişiselleştirilmiş, emniyet birimlerince, büfe/ankesörlü sabit telefon hatlarıyla irtibat kurma yöntemine ilişkin olarak düzenlenen ayrıntılı analiz raporunun temin edilerek dosyaya konulması,
-Emniyet kayıtlarının yanı sıra BTK’ dan alınan baz istasyonunu gösterir HTS kayıtlarının, “0” saniyeli çağrılar da dahil olmak üzere getirilmesi,
-Şüpheli/sanığın görev yaptığı diğer şehirlerde ardışık aramalarının olup olmadığı araştırılarak sabit hat ve ankesörlü telefon kullandığına ilişkin analiz raporunun da istenmesi,
-Şüpheli/sanıkla ilgili sabit hat veya ardışık aramaya ilişkin varsa itirafçı beyanlarının dosyaya getirilmesi, gerektiği takdirde tanık sıfatıyla dinlenilmeleri,
-Ardışık aramalar kapsamında, diğer asker şahıslar hakkında bir soruşturma veya dava olup olmadığı araştırılıp varsa ifade örneklerinin dosyaya ibrazı sağlanarak değerlendirilmesi suretiyle maddi gerçeğin ortaya konulması gerekmektedir."
Kararda özellikle daha önceki yazılarımızda görüldüğü üzere ceza yargılamasında önemli olanın maddi gerçeğin ortaya konulması gerektiği belirtilmiştir. Nitekim bahsi geçen tüm kriterlerin maddi gerçeği ortaya konması adına belirlendiği, ancak bu kriterlerin şüpheye yer vermeyecek şekilde doğrulanması gerektiğinin de unutulmaması gerekir.
Kararda yer alan kriterlerin ayrı ayrı bulunması durumunda nasıl değerlendirileceği belirtilmemişse de, tüm kriterlerin birlikte bulunması ve bu durumunda başkaca delillerle de doğrulanması gerektiği düşüncesindeyiz. Zira, kararda yer aldığı üzere bu aramaların deşifre olmasını engellemek amacıyla çeşitli başka numaraların da arandığı yer almaktadır. Aramanın yalnızca periyodik veya ardışık olması kesin bir delil olarak atfedilemeyeceği gibi, aramaların süreleri diğer şahısların ifadelerinin de dosyaya kazandırılması gerektiği, araştırma yapılmaksızın bir karar verilmemesi gerektiğini göstermiştir. Yapılacak araştırma neticesinde mahkumiyet kararı verilebilmesi için kesin ve şüphesiz bir vicdani kanaate varılması gereklidir.
Şu an itibariyle pek çok mahkemenin alelacele bir inceleme yapmaksızın karar verebildiği görülmekle, aslında Yargıtay'ın bu kararı ile araştırma yapılmadan bir karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu değerlendirilmiştir.
Yapılan araştırma neticesinde de, tüm kriterlere kısım kısım uygun aramalar bulunsa da bu aramaların örgütsel bir arama olup olmadığı kesin olarak ortaya konulmalıdır. Zira, bahsi geçen dosyalarda her geçen gün yeni deliller elde edilmekte ve bir kısım kriterlerin aslında başka tür olduğu ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle ceza yargılamasında şüpheden sanık yararlanır ilkesinin tüm deliller yönünden göz önünde bulundurulması gerekecektir. Zira, kararın içeriğinde yer aldığı üzere kişi gizlenme aramalarına takılmış olabileceği gibi, içeriğinde örgütsel bir görüşme olmayan aramalar nedeniyle de böyle bir suçlama ile karşı karşıya kalabilmektedir.
Sonuç olarak yukarıda yer alan karar içeriğinde belirtilen tüm kriterler yönünden davanın değerlendirilmesi ve maddi gerçeğin ortaya konulması için sanıkların da delillerini öne sürmesi önemlidir. Zira pek çok davada rastlanıldığı üzere, bahsi geçen kriterlerin kesin bir kriter olamayacağı aksinin rahatlıkla ispat edilebilmesi de mümkün olacaktır.
Konu ile ilgili diğer yazılarımıza da göz atabilirsiniz.
Comments